YEMEĞİ HAZIRLAMANIN ADÂBI
Bunun da beş âdâbı vardır:
1 Birincisi vazife, yemeği acele hazırlamaktır. Bu. misafire ikramdır. Resûl-i Ekrem (S.A.V.) bir hadisinde; «Allah'a ve âhiret gününe imân eden, misafirine ikram etsin.» buyurmuşlardır. Ekseriyat toplandığı, vakit geldiği halde, bir iki kişinin geç kalması halinde, mevcudların hakkı tercih edilir ve sofra kurulur. Ancak, geç kalanlar fakir veya kalbi kırılacak kimseler ise, beklemekte beis yoktur.
Hâtem-i Esamm: «Acele şeytan'dan, teenni (ağır olmak) Rahmandandır. Yalnız beş şeyde acele sünnettir. Bunlar da: «Misafiri yedirmek, cenazeyi defnetmek, yetişkin kızı evlendirmek, borcu ödemek, günâha tevbe etmektir.» demiştir. Düğünün ilk gününde
yemek vermek sünnet, ikinci gününde âdet, üçüncü gününde ise riyâdır.
2 Yemeği sıraya koymak, (Mideyi yumuşak tutmak için) varsa önce meyveyi koymak. Tıbbî bakımdan da bu daha doğrudur. Çünkü hazmı kolaydır. Nûr-u Kur'ân'da bu tertibe, riayet edilerek: «Tercih ettikleri meyvelerden ve canları arzu ettiği kuş etlerinden (yerler)» (56-Vâkıa: 20-21) buyurulmuş, meyve, et üzerine takdim edilmiştir. Bunun üzerine de bir tatlı getirirse her çeşit iyi
yemekleri toplamış olur. Allahu Teâlâ'nın Kur'ân-ı Kerîm'de İbrahim (A.S.)'ın, misafirine büryun (bir nevi
kuzu eti) takdim ettiğini ve bunun bir ikram olduğunu haber vermesi, et yemeğinin, iyi bir ikram olduğuna delildir. Yine Allahu Teâlâ iyi
yemekleri tavsif ederken şöyle buyuruyor: «Ve size bal ve et indirdik. (2 - Bakara - 57). Ete Selvâ denmesi etin, diğer
yemeklerin de yerini tutup, yiyen kimseyi teselli ve teskin bakımmdandır. Etin yerini hiç bir
yemek tutmaz. Bunun için Resûl-i Ekrem (S.A.V.) de: «Yenileceklerin en üstünü ettir.» buyurdular. Allahu Teâlâ, bal ve eti tavsif ettikten sonra:
«Size rızk ettiklerimizin iyilerinden yiyin.» (2 - Bakara - 57) buyurmuştur. Bu da et ile tatlının,
yemeklerin iyisi olduğunu bildirmektedir. Ebû Darânî: «Yemeklerin iyisini
yemek, Allahu Teâlâ'nın rızasını celbeder» demiştir.
Bütün bu tayyibât, temiz ve iyi
yemekler, bir de soğuk su içmek ve sonunda ılık su ile elleri yıkamakla tamamlanır. Me'mun «Buzlu su içmek, Allah'a şükür gerektirir» dedi. Ediplerden biri:
«Dostlarım davet edip onlara koruk aşı ve borani yedirip, bir de soğuk su içirdin mi işte ziyareti tamamlamış oldun» demiştir. Bir ziyafete fazla masraf eden hane sahibine, hakimin biri «iyi pişmiş ekmeğin, keskin sirke, bir de soğuk suyu buldun mu kâfi idi, bu masraflara hiç lüzum yoktu» dedi. Diğer hakim: «Bir kap
yemek üzerine bir tatlı, mütennevi
yemeklerden çok daha iyidir. Bir çeşitten doymak, çok çeşitli
yemeklerden hayırlıdır» dedi. Denildi ki, yeşil sebzelerin bulunduğu sofrada melekler de hazır olur. Bu gibi yeşil sebzelerle, sofrayı süslemek de müstehâptır. Haberde, İsrail Oğullarına inen sofrada llilyon otu, veya
pırasadan başka her çeşit sebze mevcuttu, diye vârid olmuştur. Yine bu sofrada, başucunda sirke, kuyruk tarafında da tuz bulunan bir de balık ve üzerlerinde birer de nar bulunan yedi çörek vardı. Sofranın bu şekilde bezenmesi, insanın zevkini ve iştahını arttırır.
3 Yemeklerin iyisini önce getirmeli ki, arzû edenler, onlardan bolca yiyebilsin de, sofrada çok yemeğe lüzum göstermesinler. Halbuki ehl-i keyf, fazla
yemek için, önce kaba sonra da nefis
yemekleri sofraya koymakla lüzumundan fazla
yemek yemiş olurlar. Bu ise sünnet ve sıhhate aykırıdır. Halbuki eskiler, bütün
yemekleri ortaya koyar, herkes canı arzu ettiğinden
yemekle karnını doyurmuş olurdu. Aynı zamanda fazla da yemezlerdi. Ev sahibi başka yemeği bulamadığı takdirde: «İşte
yemek budur, karnınızı bundan doyurmaya çalışın» derdi. Hattâ, bazı mürüvvet sâhiplerinin,
yemeklerinin listesini misafirlerine arzettiği de hikâye edilir. Misafirlerin arkadan gelecek
yemek var zannederek, aç kalmaları ihtimalini ortadan kaldırmak için, ya bütün
yemekleri ortaya atmalı, yahût başka
yemek olmadığını haber vermelidir.
4 Misâfirler elini çekmeden
yemekleri kaldırmamalı, belki son lokmayı da
yemek isteyen olur. O yemeğin son lokmasını
yemek, onun için, başka
yemekten daha hayırlı olabilir. Sofilerden ve aynı zamanda çok şakacı bir zât olan Sutûrî şöyle anlatıyor: «İleri gelenlerden birkaç kişi ile zengin bir cimride misafir bulunuyorduk. Bir
kuzu geldi. Misâfirler,
kuzuyu parçaladı, bunu gören cimri dayanamadı, daha yarıyı yemiştik ki, hizmetkârına «
kuzuyu kaldır, çocuklar yesin» dedi. Ben de hizmetkârın arkasından koştum. «Nereye gidiyorsun?» diyenlere «Çocuklarla yemeğe gidiyorum» dedim. Bunun üzerine cimri ev sahibi utanarak,
kuzuyu geri getirtti.»
Yine bunun gibi, misâfirler çekilmeden, kendisi elini çekmemelidir. Çünkü misâfirlerinden, belki utanıp yiyemeyenler olur. Hattâ kerem sâhibi insanlar,
yemek çeşitlerini misâfirlerine bildirir ve onları
yemekte serbest bırakırlardı. Bitirmeye yakın, kendisi de diz çökerek «Bismillâh» der, elini yemeğe uzatır ve «Haydi benimle beraber yiyiniz» der ve bu suretle onların doymalarına yardım ederdi. Bu ise güzel bir harekettir.
5 Sofraya yetecek kadar
yemek getirmelidir. Yemeği az koymak, mürüvvet değildir. Fazlası da hele koyduğu yemeği tamamen yemelerini arzu etmiyorsa israf ve riyâ olur. Ancak gönül hoşluğu ile, misafirlerinin yemeğin hepsini yemelerini istiyor ve artanı yümnü bereket addediyorsa, o zaman zarar etmez. Zira hadîsde: «Misafirin önünden artan yemeği yiyen kimse, o
yemekten sorulmaz» buyurulmuştur. İbrahim b. Ethem, sofraya pek çok
yemek koymuştu. Süfyân-ı Sevri: «Isrâf değil mi, ne yapıyorsun?» deyince İbrâhim «Misâfirin önüne konan
yemekte israf olmaz» demiştir. Bu maksatla olmadığı takdirde, sofraya fazla
yemek koymak, külfet olur.
İbni Mesûd (R.A.) «Yemeği ile gösteriş yapanın dâvetine icâbeten nehyolunduk» demiştir. Sahabeden pek çokları, bu gibilerin yemeğini mekrûh saymıştır. Bunun için Resûl-i Ekrem'in (S.A.V.) sofrasında
yemek artmamıştır. Zira onlar, ihtiyaçtan fazla
yemek sofrada bulundurmaz ve hattâ tam doyuncaya kadar yemezlerdi.
Adâplardan birisi de, pişirdiği
yemeklerden evvelâ kendi ev halkına ayırmalıdır ki, gözleri misafirin sofrasında kalmasın. Şayet böyle yapmazlarsa, onlar misâfirin sofrasından artanı beklerler. Bir şey artmayınca da canları sıkılır, misâfirin aleyhinde dedikodu yaparlar. Bu suretle de, çoluk çocuğunun arzu ettiği yemeği misâfirlerine yedirmekle onlara ihânet etmiş olur. Misâfirin, sofrada artan yemeğini götürmeye hakkı yoktur. Sofiler buna zillet derler. Ancak, ev sahibi, sarâhaten izin verir veya artan yemeği götürmesinden memnun kalacağını bildirirse, o zaman götürebilir. Hâne sahibinin muvafakatını aldıktan sonra, artan yemeği, arkadaşlar arasında müsâvi şekilde bölmeli ve herkes hissesine düşeni almalı veya utandığından değil, gönülden arkadaşına müsâade ettiğini alabilmelidir.